Sabah, gökyüzü cam kırıklarıyla uyanır burada.
Ve her pencere, başka bir öykünün
henüz anlatılmamış cümlesidir.
Şehir — uyanmaz aslında,
sadece gözünü başka bir yorgunluğa açar.
Duman yükselir bacalardan değil,
insanların içinden…
ve sokak lambaları,
geceden kalma bir dua gibi yanar hâlâ sabahın alnında.
Bir kedi geçer kaldırımdan,
sessizliği sürükleyerek…
peşinden bir çocuk gülüşü savrulur —
hiçbir oyuncağa ait olmayan.
Şehirde yollar birbirine benzemez,
çünkü her yol bir vedanın izini taşır.
Kaldırımlar, ayak izlerinden değil;
susarak geçenlerden yorgundur en çok.
Bir banka oturmuş yaşlı adam,
bir taşla konuşur gibi bakar yere.
Belki de şehir dediğimiz şey,
insanın yere en yakın hâlidir.
Ve geceleri…
Geceleri şehir, ışıkla kendini unutturur.
Ama her ışık bir yalnızlığı büyütür içinde;
pencereler yanmaz,
gözler yanar içeriden.
Şehir…
beton değil, bir başka kalbin biçimidir.
Ve kim bilir,
belki de en çok taşlar sever bizi —
çünkü en az onlar yargılar.